KOLTUK




 Bir ormanda bir düzine ağacın dokunup evrilmesile oluşmuştum yıllar önce. ahşap odun rengine boyanmıştım. o zamanlar çok modaydı o renkler. mobilyacı mağazasının en afili yerine yerleştirdi beni.yeni sarı renk bir bezi ıslatıp beni sildi ve temizledi. ve ben sahibimi beklemeye koyuldum. o zamanların en şık en pahalı koltuğuydum. sahibim pek zengin kokoş bir kadındı. parayı eline saydı mobilyacının, para üstünü almaya bile cürret etmedi. yeni ve ilk evime geldiğimde yerim çoktan belliydi. her yerde pahalı tablolar, masalar, aynalar ne ararsan vardı. salonu devasal bir büyüklükteydi. bir tane de kedisi vardı. o kocaman evde iki hizmetçi ve bir kedisi ile yaşardı. sabahın beşinde koşuya çıkardı. saat altı buçuk oldu mu üstüme oturur kahvesini yudumlardı. öyle hemen içmezdi kahvesini keyfini çıkarırdı. çalışmazdı da zaten geriye kalan zamanında da alışverişte olur ya da gezer tozardı. eski kocası çok zenginmiş arada arkadaşlarıyla benim üstüme oturup çay eşliğinde sohbet yapar onu çekiştirirdi. nafakanın faydaları işte. çok zaman geçmeden biricik kedisi bana tırnaklarını geçirdi. canımın acısından kıvranırken kimse sesimi duymamıştı. sahibim evine geldiğinde kedisi bacaklarına yapışıp ona kendini sevdirmeye koyuldu. o ise kedisini severken bana şöyle göz ucuyla bakıverdi. eskimişti zaten modası da geçmişti diye mırıldandı. sonra işaret parmağıyla beni göstererek hizmetçisini çağırdı. alın bunu dışarı bir yere koyuverin dedi. kendisi yenisini alacakmış. benimse evden kovulurken tek ve son gördüğüm eski sahibimin kedisini kucaklayıp tüylerini okşaması oldu. etraf kararmıştı ve dolu yağıyordu. ıslanmış ve üşümüştüm. tir tir titriyordum. ayaşın birisi elinde birayla üstüme yayıldı. sonra da mayıştı kaldı. sabaha doğru uyandığında hafif ayılmıştı. beni sürükleye sürükleye sağa sola çarpa çarpa karanlık yıkık dökük, ev dışında her şeye benzeyen bir yere götürdü. bitmiş içki şişeleri yerdeydi. etraf dağınıktı ve leş gibi içki kokuyordu. evet yeni evime hoşgelmiştim.

bazen üstümde o koca bedeniyle ve leş kokusuyla sızardı, bazen de bağıra bağıra gelir beni tekmelerdi. o eski pırıl pırıl görüntümden eser kalmamıştı. her yerim yırtılmıştı. bacaklarım kırılmıştı. bir gün o sarhoş leş kokulu adamı sürükleye sürükleye bir kaç adam getirdi. onu öldürene kadar dövdüler. daha sonra etrafa bakındılar. aralarından diğerlerine bakarak yaşça küçük ve sıska olanı beni göstererek ‘abi bunu da mı alsak?’ diye sordu yanındaki uzun boylu, sakallı adama. diğer adam ‘eski püskü bir şey ama iş görür.’ dedi. bir zamanlar benim için deste deste para sayılıyordu ne ara böyle hor görülüp hırpalanacak oldum ben?. şimdi sarhoş adam yerine katil bir grup adama denk gelmiştim. adamlar beni buradan farksız bir başka mekana götürdüler. ellerinde balta ile zevk alırcasına beni parçalara ayırdılar. şimdi ise ne bir bütünüm artık ne de eskisi gibi temiz ve bakımlı. o kedi pençeleri ile canımı çok yakmıştı. sanırım ilk kez yara aldığımdan öyle gelmişti. ama bir gece vakti sağnak yağışlı soğuk bir havada dışarıda donmuşken o üstüme sızan leş kokulu adam ve sonrası o kedi kadar canımı acıtmadı. o pürüzsüz tenim bir kez bozulunca gerisi de alışılmış ve hissedilmeyen bir sızıydı. beklentim kalmamıştı.

beni yapan marangozun o yeni sarı bez ile beni özenle silip mağazasının en afili yerine koyuşunu çok özlemiştim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KEHRİBAR

000

KENDİ DOĞRUNUN PEŞİNİ BIRAKMA